3 Aralık 2011 Cumartesi

Mim Sınavı!

Hem bloglar arası bir pr hem de blog okuyucuları için faydalı istatistik sonuçlar veren şu mim olayı bana da denk geldi. Bakalım bu zorlu sınavı başarıyla geçebilecek miyim?


Mimleyen: canım kardeşim (gerçek kardeşim) hestia
Mim konusu: Blogunuzu Çevrenizle Paylaşıyor musunuz? 
Süre: 10 dk.

 Sınav başlasın!


1. Blogunuzu tüm eş, dost ve çevrenize söylediniz mi? 
 Aslında söylüyorum herkese, ama daha çok yüz yüze geldiğimizde söylediğimde daha akılda kalıcı oluyor. Bildiğiniz gibi asli blogum olan bir wordpress sitesi olduğundan, blogumu bilmeyen insanların beni bulması çok zor hatta bulsalar dahi yorum yapmaları zor.İşte "Aslındahersey" de tam bu sebeple ortaya çıktı. Eş, dosttan ziyade farklı insanlara da ulaşabilmek, onlarla da paylaşabilmek benim amacım... 


 2. Blogunuzu ileride çocuklarınıza gösterecek misiniz?
Elbette, söz uçar yazı kalır. Umarım başına bir şey gelmezse bloglarımın ya da kapatılmazsa:) Bu çok hoş bir şey, o şimdi portakalda vitaminken ben neler yaşıyorum bilsin:) 


 3. Blogunuzu eşiniz/ sevgiliniz biliyor mu? 
Eşim tabii ki biliyor ve bu konuda bana çok destek, hatta az önce ona yeni aldığım çantamın fotoğrafını çektirdim.

 Şimdi ben mi mimleyeceğim? Ah hestia başıma iş açtın:) O zaman 7.oda ve Alice mimlendiniz! Oh topu attım, pas sizde:)

30 Kasım 2011 Çarşamba

Moda postu: Tally Weijl xmas 2011

Moda yazmayayım diyorum ama öyle güzel şeyler buluyorum, görüyorum ki bir kategori daha açasım geliyor bloguma. Yazmasam da almasam da moda dünyasını seviyorum, alışveriş manyağı değilim ama en nihayetinde kadınım. Yani gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüz:) Bunu paylaşmazsam çatlarım dediğim bir marka çıktı karşıma. Aslında yıllardır Türkiye'de de satışı olan bir marka belki bir çoğunuz aşinadır ama ben yeni keşfettim ve çok mutlu oldum. İsviçre kökenli Tally Weijl 'dan bahsediyorum. Nasıl okunduğuna dair en ufak bir fikrim yok ama okadar beğendim ki tek hedefim websitesinde kaybolduğum gibi Forum AVM yada Profilo'ya gidip mağazanın içinde kaybolmak... xmas için bir koleksiyon hazırlamışlar, bayıldım. Bende de öyle ürünler olsa ben de hazırlarım dedim vee süpriz, sizin için bir wishlist  / outfit hazırladım, bunu ilk defa yaptım! :) oradan bulduğum ürünlerden kendi krismıs konseptimi yarattım, çok da eğlendim. Bunların hepsini istiyorum! Bu tarz postları sayfamda görmek istiyorsanız yazın bana anacığım:) Sevgiler, Hergunluk.com

24 Kasım 2011 Perşembe

Tay mutfağının özgün adresi; Pera Thai

Beyoğlu Tünel'den Meşrutiyet Caddesi'ne inerken otantik dünya mutfakları seçenekleri sunan bir kaç restoran geçtikten sonra aşağıda tarihi bir binanın girişinde Tay yani Tayland mutfağının en özgün adresi Pera Thai'yi göreceksiniz. Kapıda sizi karşılayan kibar garsonlardan sonra içeriye girdiğinizde ekru örtülerin üzerinde fuşya orkidelerin yer aldığı sade ve son derece naif bir kaç masayla karşılaşacaksınız.
Üst katında da aynı şekilde 5-6 masa bulunan bu restoran toplamda 65 kişilik. Fakat ünü kendinden büyük! O küçücük restorandan taşan leziz yemekler dünya çapında bir üne sahip.12 yıllık bu Thai restoranı 2006 yılında Tayland hükümeti tarafından dünyada mutfağı, kalitesi, ortamı ve misafirlerine gösterdiği özenle değerlendirilen Thai Select ödülüyle taçlandırılmış.
2009 yılında ise Tayland National Food Institute tarafından Excellent Thai Restaurant olarak The Pride of Thailand-Certificated of Excellence ödülüne layık görülmüş. Ortamın sade şıklığının yanı sıra Tayland'ın sembol objelerine ve oymalı mobilyalarına da yer verilmiş. Özellikle arkası vestiyer olarak kullanılan ahşap paravanın üzerine oyulmuş taşlı fil figürüne bayıldım.
Cam bölmenin üzerindeki rafta oturup, sizi selamlayan buda heykelleri, ilginç masklar, duvardaki tablolar ve fonda çalan otantik müziklerle Beyoğlu'nda olduğunuzu unutabilirsiniz.
Menüsü ise oldukça zengin, Tayland mutfağının en büyük özelliği olan çeşit çeşit baharatlar ve acıyla lezzetlendirilen yemekler Taylandlı bayan aşçılar tarafından hazırlanıyor. Pera Thai'nin menü konseptini ise Kahire'deki ünlü Bua Khao restoranlar zincirinin sahibi Bn. Yuphadee Sawamiwast oluşturuyor.
Ben bir Uzakdoğu klasiği olan noodle yedim, tavuklu ve bol acılı...Tayland'a özel ev yapımı köriyle renklendirilmişti, gerçekten parmaklarımı da yemek istedim. Restoranının diğer sevilen yemekleri arasında Thai Mantısı (Dim Sum), Acılı Noodle Salatası (Yum Woon Sen), Acılı Karides Çorbası (Tom Yam Gung), Tayland usulü noodle (Pad Thai) sayılabilir.
Bu arada restoranın kullandığı Tayland porselenlerine de aşık olduğumu söylemeden geçemeyeceğim. Bizim çinilerimize de biraz benziyor ama formları itibariyle çok farklı. Özellikle kulpsuz çay fincanlarından mutlaka edinmeliyim. Birlikte yemek yediğimiz hostes arkadaşım Tayland'a gittiğinde bana onlardan getirme sözü de verdi:) Yemekten sonra mutlaka bir bardak yeşil çay alın, hem o lezzeti tadın hem fincanın şirinliğini de görün derim. Eğer acıyı, baharatı seviyor ve farklı lezzetler arıyorsanız Pera Thai asla pişman olmayacağınız lezzetler sunuyor. Özel günleriniz için de sıradışı bir alternatif olan mekan için hafta sonu mutlaka rezervasyon yapmak gerekiyor. Fiyatlar konusunda da sizi üzmeyecek, çünkü yediğiniz eşsiz lezzete değdiğini göreceksiniz. Pera Thai T: 0212 245 57 25-26 // info@perathai.com http://www.perathai.com/

23 Kasım 2011 Çarşamba

Sağa çek, fotoğraf çek!

Bayramda yaptıklarımı anlatamamıştım. Şimdi çok hızlı bir şekilde geçiyorum. Aile ziyaretleri. Bitti. Bu bayram öyle diğer tatillerde yaptığımız gibi oraya da gidelim, buraya da gidelim, ay buraya kadar gelmişken 200 km daha gidelim orayı da görelim tribinden uzaktık. Zaten buna daha yola çıkmadan karar vermiş, birbirimize tembihlemiştik. Bak bu bayram dinlenelim, öyle gezmeyi filan düşünmeyelim tamam mı, tamam:) Ama bu düşünce fotoğraf çekmemizi engellemedi tabii. Gidip gezip çekemezsek, yollarda çekeriz. İşte bizi yollarda sağa çekip durmaya zorlayan kareler! Yolda inanılmaz bir sis vardı, görüş mesafesi bazı yerlerde neredeyse 10 metreye kadar düşmüştü. Biz de fırsattan istifade o kadar yakınımızda olduğu halde zor gördüğümüz ağaçları çektik.
Seyir halindeyken önümüzdeki arabalara ne zaman siste kaybolacak diye bakmak zevkliydi.
Kahve molası için durduğumuzda güzel bir cheesecake yedik ama bu lezzete ortak olan başka canlılar da vardı.
İsimlerini bilmeyip şekillerini benzeterek lakap taktığımız adalarımız vardı, ama lakaplarını da unuttum.
Bulutları çekmek çok keyifli, neden daha önce yapmamışım diye düşündüm.
Acaba bu mööööcüklerin yarın kurban bayramı olduğundan haberi var mıydı?
Küçük, şirin bir sahil kasabası hayali kuranlara istediğini verebilecek bir yer... (Gelibolu yakınlarında bir yer)
Devamını da bir sonraki posta bırakayım, çünkü çok var. Allahım yollarda ne güzellikler var! Görebilene... Hadi sağa çekin, fotoğraf çekin! Sevgiler,

14 Kasım 2011 Pazartesi

Evrene bir hoşgörü ışığı - 1

Dergi Bursa'da Hemzemin isimli köşemde yazdığım yazıları da sırasıyla sizinle paylaşmaya karar verdim. Fakat yazılar hayli uzun olduğu için bir kaç bölüme ayırarak ekleyeceğim. İlk yazımdan başlayalım. İsminin neden 'Hemzemin' olmasına karar vermem ve bu kelimenin bana düşündürdüğü güzel hisler...İyi okumalar...
Yüzlerce yıllık tarihiyle Bursa, tam bir hoşgörü kentidir. Üzerinden gelip geçen tüm halkları kucaklamış, Türkiye’de önemli bir medeniyet beşiği olmuştur. Bu şehir; hem entelektüel hem bağnaz, hem göçmen hem manav, hem huzur seven hem coşan, hem yoksul hem varsıl her türden insanı mutlu edebilen güçtedir. İşte bu yüzden hemzemin bir şehirdir Bursa. Farklı yönlerden gelen kültürlerin paydasına doğasını, güzelliklerini, maneviyatını koyan, onca çeşitlilik içinde öylece sakin duran, herkese kucak açan ulu bir dağ şehri... Köşemin ismi biraz da bu yüzden“Hemzemin”. Dergi Bursa’daki ilk yazımda Bursa’yla da özdeşleştirdiğim bu nadir duyduğumuz ama kulağa hoş gelen, naif, insancıl kelimeyle ilgili aslında bildiğiniz bir kaç şey söylemek istiyorum. Tahmin edeceğiniz gibi dilimize Farsçadan gelmiş pek çok sözcükten biri hemzemin. Özgün yazılışı; he'mzemin. Anlamı TDK’ ya göre “aynı düzeyde olan”. Trafikte karşımıza çıkan şekli "hemzemin geçit" ise "kara yoluyla aynı düzeyde olan tren yolu geçidi" anlamında kullanılıyor. O halde öz Türkçede aynı tabanı paylaşan yani “tabandaş” da diyebiliriz. İngilizcede hemzemin; “grade”, “level” gibi seviye/düzey anlamında karşımıza çıkıyor. Bense şöyle açıklayacağım; iki farklı şeyin aynı seviyede kesişmesi, birbirleriyle aynı paydada kavuşması. Mecazi anlamda “hemzeminde buluşmak” tabirini yaşamımızın her alanına bütünleştirebiliriz diye düşünüyorum. Çünkü insanlığın en güzel erdemi olan hoşgörüyü, anlayışı çağrıştırıyor. Dünyada ve ülkemizde her gün onlarca kötü haber duyuyoruz. Artık birçoğuna şaşıramıyoruz bile, çünkü kanıksadık. Farklı yönlerden, kutuplardan, fikirlerden olan iki ya da daha fazla grubun yaşadığı, yarattığı hatta dayattığı kaosların içerisinde buluyoruz kendimizi. Bunlara kimilerimiz susuyor, bakıp geçiyor, kimilerimiz duyarlı davranıp harekete geçiyor, kimilerimiz ise orta noktada kalmayı tercih ediyor. Aklınıza hemen siyaset geldi değil mi? Yok yok siyaset yapmayacağım. Fakat şimdi gündemimizde seçim var, elbette o seçim kampanyaları, kavgaları, saf seçme, seçtirme kaygıları da konumuza dâhil. Ama daha genel düşünelim istiyorum; tüm evrende farklı istikametleri olan, farklı amaçlar taşıyan, farklı kültür çatıları altında olan zıtlıkları düşünelim. Bunların hiç mi ortak özellikleri, paydaları yok sizce, hiç mi bir kesişme noktası bulunmaz? Sonucunda güzel durumlar yaratacağını biliyorsak, iki ayrı şeyi neden aynı potada eritemeyelim? Hani ilköğretim matematiğinden hatırlarsınız; “paydaları eşitleme” diye bir formülümüz vardı. Paydadaki farklı sayıların “e.k.o.k.” unu (en küçük ortak kat) bulurduk, birbirine denk olduğu zaman işlemimizi daha rahat yapardık. Demem o ki, ortak yönleri olan her şey ile işimiz daha kolay. (Devamı gelecek) Dergi sayfası şeklinde okumak isterseniz, o da burada;
Dergi Bursa- Mart Nisan 2011 sayısında yayınlanmıştır. http://www.dergibursa.com.tr/

10 Kasım 2011 Perşembe

Uçabilir miyim?

Uçmak nasıl bir duygudur acaba? Özgürlük mü güzelliği? Herkese, her şeye yukarıdan bakabilmek mi cezbedici olan? Sonsuzluk mu yoksa zirvede olmak gibi bir şey mi? -o- Geçenlerde yeni vizyona giren Anadolu Kartalları’nı izledim. Hava Harp Okulu’ndaki gençlerin her birinin uçmak ve pilot olmaktaki amaçları, hedefleri ve hırsları farklıydı. Amaçlarına ulaştıklarında ise hala eksik bir şeyler vardı. Yerde bıraktıkları… İçlerinde kalanlar… Yarım kalmışlıklar… Film o duyguyu bize vermeye çalışırken Manga’nın “Tek Yön Seçtiğin Tüm Yollar” şarkısı devreye girdi. “Bedenin özgür kalsa neye yarar? Acıtır ruhunu içinde kalanlar Dönemezsin artık geriye, Tek yön seçtiğin tüm yollar “ -o-
Herkesin uçması farklıdır bence. Mesela benim uçmaktan anladığım; korkularımı, endişelerimi bırakıp isteğim o yere çıkmak. O yer sonsuzluk, bir nevi ölümsüzlük bence. Peki bunun için çalışıyor muyum? İşte bu muamma. Çünkü o korkuları bir kenara bırakamıyorum. Biraz daha açayım beni tanıyanlar biliyor ben hep bir yazar olmak istedim. Ve artık basılı kitabımın sayfalarını parmaklarımla çevirmek istiyorum, birilerinin elinde kitabımı görmek, sevdiklerime verirken içine küçük notlar yazmak... İşte benim küçük dünyamda uçmak bu! Ama bazı endişelerim var. Bunun için yetersiz miyim yoksa geç mi kaldım? Silinip gider miyim, raflarda kaybolur muyum...? Satması ya da satmaması umurumda değil ama ben hep yazmak istiyorum zira bir kitapla yetinmek değil hedefim. Geleceğe uzanmak istiyorum, çünkü benim sonsuz göğüm gelecek! İşte bunu yapmam için de yarım kalmış hiçbir şeyi bırakmamam lazım hayatımda. Çünkü onu da yarım yapmak istemiyorum. Ne zaman kitap çıkarıyorsun artık diyen herkese "demlenmeyi bekliyorum" diyordum. Ama sanırım artık o kadar bekledi ki ocağa koyduğum o şey, acılaşmadan, altı yanmadan bir an evvel başlamalıyım bu işe. Acaba gerçekten uçabilir miyim?

26 Ekim 2011 Çarşamba

Van için yapılabilecekler

Bir kaç gündür yazamıyorum. Önce 24 şehidimiz sonra Van Depremi sarstı beni. İstemimiz dışında gelişen olaylardan çok etkiliyorum. Bu yüzden haber izlemem, internetten olaylarla ilgili fotoğraflara bakmam yasaktı. Bu yasağı eşim koydu ben de uydum. Ama tamamiyle kayıtsız kalamayacağımı o da biliyordu. Twitterdan facebooktan en azından yapılan ve yapılabilecek şeyleri takip ettim. Şehitler için yapılabilecek tek şey yürüyüşlerdi. Ve güçlü cesur ordumuzun yapacakları elbet. Ama depremle ilgili yapabileceğimiz şey ne kadar da azdı. Tanrı’nın kılıcının bizden keskin olduğunu kabullenip, sonrası için yapılabilecek olanları düşünmek lazımdı. Kamu kurumlarının çabaları ve insanların birlik içinde olmaları gerekti. Bir yandan yardımlar toplanırken, insanlar yaraları sarmak için işini gücünü bırakıp Van’a giderken bir yandan tartışmalar yapılıyordu. Yardımlar eleştiriliyor, onlar bizler diye ayrımlar yapılıyordu. Bir kibrit çakıp gidenler, körükle gelenler, alevlendirenler, üfleyip geçenler herkes buradaydı. Çarkın içine dahil olmalıydım. Safım da belliydi, safım “insanlık”tan yanaydı elbet. Ben de konuştum, tartıştım, paylaştım, anlattım. Dolabımda ne var ne yok toplayıp gönderdim. Ama o gece başımı yastığa koyup, sıcacık yorganıma gömüldüğümde bu yetmez diye düşünüp uyuyamadım. Sabah derhal kalkıp belediye masalarından birine gittim. Anadolu Yakası’nın en kalabalık en büyük organizasyonunun içinde Kadıköy Belediye Başkanlığı binasında toplanan yardım alanında gönüllü olarak çalıştım. Manzaraya inanamazsınız, resmen yardım yağıyor. Arabalar yanaşıp sürekli bir şeyler getiriyorlar. Giysi, yiyecek, battaniye, su, oyuncak…
Ben tekstil kısmında gelen kıyafetlerin ayrıştırılmasına yardımcı oldum, kategorilere ayırıp, koliledik, üzerlerine stickerlar yapıştırıp içinde ne olduğunu yazdık. Oradaki enerji öyle güçlü ve öyle sıcaktı ki, yüzde 80′i gençlerden oluşan gönüllülerin hepsi de su içmeden, sigara içmeden iş yapıyorlar, sırf biraz daha yardımım dokunsun diye canla, başla, sevgiyle…
İçlerinde oyuncular, ünlüler de vardı. Mesela Burak Özçivit bütün gün bizim içerde yaptığımız kolilerin tırlara yerleştirmesinde çalıştı, yani elden ele koli taşıdı. Bir yandan da sosyal medyada orada olduğunu vurgulayıp daha çok gönüllünün gelmesi için insanları teşvik etti. Duygu Çetinkaya belediyenin önünde eğilmiş, kolilerin ayrıştırılmasına yardım ediyordu. Ve öğrenci, çalışan, genci yaşlısı herkes illaki bir işin ucundan tutmuş of demeden çalışıyordu. İşte bu biz Türk milletinin en güzel erdemlerinden olan inanç, birlik değil de nedir?
Gelen yardımları, oradaki insanların çabasını görünce biraz da olsa içime su serpildi. Kadıköy Belediyesi’nde toplanan yardımların transferini büyük bir özveriyle üstlenen Aras Kargo’nun yardım konvoyu yola çıktığında insanların alkışlarını, oradaki manzarayı görmeliydiniz. Bu defa isminin de hakkını verdi Aras Kargo gerçekten “önem taşıdı” Şimdi biraz bel ağrım var ama hepsine değerdi! Umarım gerçek ihtiyaç sahiplerine sağa sağlim ulaşır. Son güncellemelere göre gördüklerimi hatırlatayım: Kadıköy Belediyesi’ne yardımlar halen devam ediyor, giysi yardımı artık yapmayın, en büyük ihtiyaç çadır, uyku tulumu, bebek maması ve kuru gıda. Kartal ve Ataşehir Belediyesi’ne gönüllü ihtiyacı var. Beşiktaş Belediyesi’ne de aynı şekilde 1 saat bile olsa ayırın, işten çıkışta uğrayın, bir işe dahil olun, çok güzel bir huzur. Bursa Büyüksehir Belediyesi yardımları Fomaradaki katlı otoparkta toplanıyor. Kent Meydanı AVM de yardım topluyor. Uludağ Üni.dekiler ise Medico’nun önüne 16:30′a kadar yardım bırakabilirler. İzmir Bornova Uğur Mumcu Kültür Merkezi’ne yardıma çağırıyorlar. Van Ercişe bağlı Ulupamir köyünde acil olarak kışlık çadır ve kışlık giysi ihtiyacı varmış. Muhtar: 0539 462 54 84 Oradaki kadınların en büyük ihtiyacı tuvalet. Seyyar tuvalet gönderilmeli, bildiğiniz firma varsa iletişime geçebilirsiniz. Haydi bugün Nişantaşı’nda yiyin! Nişantaşı ve Osmanbey’de düzenlenen yardım kampanyasında, mekanlar bu günkü cirolarını depremzedelere bağışlayacak. Şuan en önemli ihtiyaçlar: BATTANİYE, ÇADIR, ISITICI çünkü hava giderek soğuyor. Yardımlar için: 2868‘e tüm operatörlerden boş bir SMS göndererek Kızılay’a 5 TL bağışta bulunabilirsiniz.Ayrıca havale yoluyla destek olmak isteyenler, tüm bankalardaki “Türk Kızılayı” hesaplarından bağış yapabilir. Detaylı tüm bilgiler: http://www.kizilay.org.tr/ Tüm GSM operatörlerinden 2930‘a göndereceğiniz AKUTyazan bir SMS ile AKUT’a 5 TL bağışta bulunabilirsiniz. Havale ve detaylı bilgi için: http://www.akut.org.tr/ Yurtiçi Kargo, PTT Kargo, MNG Kargo ve Aras Kargo aracılığıyla yardım gönderilerini ücretsiz olarak ihtiyaç sahiplerine ulaştırabilirsiniz. İstanbul Kan Bağışı için: Mecidiyeköy Metro Çıkışı, Üsküdar Meydan, Pendik Çarşısı ve Kadiköy Meydan Çadırlarından bağışta bulunabilirsiniz Bursa Kan Merkezleri: Sakarya Mah. Sanayi Sok. No:34/B Demirtaş OSB Osmangazi ve Orhan Mah. İmaret Sok. No:9/B.

21 Ekim 2011 Cuma

20 TL'ye tüm gece clubleri senin!

İnternette gelinen noktayı hepimiz hayretler içerisinde izliyoruz. Daha 90'ların ortalarında MS-DOS'ta "dir, ver" gibi komutlarla işlem yapmaya çalışırken şimdi hemen her şeyimizi internet sayesinde yapıyoruz. Bilgi alma, eğlenme, alışveriş, oyun, ders, iletişim, muhabbet, kariyer, bankacılık, reklam, pazarlama, satış... Ben de interneti her alanda kullanıyorum hatta artık internet ile çalışıyor, her işimi artık buradan görüyor, buradan para kazanıyorum. Ama arada gerçekten çok enteresan şeylere rastlıyorum. İşte size internette yaratıcılık ve girişimciliğin sonunun olmadığına bir örnek; www.gigbizz.com Maddesel olması şart değil, yapabileceğiniz her şeyi satabileceğiniz ve hiç uğraşmak istemediğiniz şeyleri zor gününüzde alabileceğiniz bir site burası. Yani burada yeteneklerinizi, tecrübelerinizi, saçma da olsa yapabileceğiniz her şeyi satabiliyor, aynı şekilde diğerlerinin satışa çıkarttığı tüm ürün ve hizmetleri alabiliyorsunuz. Mesela; 20TL'ye istediğiniz 50 adet filmi download edilmiş haliyle alabilir, ya da "20 dakikalığına çok iyi dinleyici olurum" diyen birine içinizi dökebilirsiniz. 10 liraya online tarot falı baktırabilir, facebook fotoğraflarınızı beğendirebilirsiniz. İçinde öyle komik şeyler var ki; sizin için eziyet olan şeyleri yaptırabileceğiniz... İddaa kuponu hazırtmak, Sims'te questlere yardımcı olan birini bulmak, dönem ödevinize taslak hazırlatmak... Ama benim en çok güldüğüm hizmet şu oldu; "20TL'ye Tüm gece clubleri ve mekanlarda sana yer ayırtır, damsızsan da isim verir o isimle seni içeri aldırırım, daha ne istiyorsun anlamak mümkün değil." "Gece mekanlarına girmekte zorluk mu yaşıyorsun? Tipin mi bozuk ? Bunların hepsi geride kaldı. İstediğin mekana dam sorunu çekmeden seni sokabilirim." Gigbizz'in kurucularına ve içeride satış yapmaya çalışan tüm girişimci dostlara selam olsun. Sevgiler,

20 Ekim 2011 Perşembe

Mutlu başlangıçlara...

Benim küçük manolyam, benim prensesim, benim kuzum, benim oyuncak bebeğim, benim sırdaşım, benim tatlı meleğim, benim varlığım, benim güzelim, benim canım KARDEŞİM gelin oldu. Hem de masal prenseslerini, cennet meleklerini kıskandıracak gibi.
Hafta sonu düğün bittiğinde dantelli, incili bembeyaz anı defterine bir şeyler yazmak istediysem de beceremedim. Duygularım öyle karmaşıktı ki, ne yazdığımı bile hatırlamıyorum. Halbuki neler vardı ona söylemek istediğim ama o beni anladı zaten. O benim içimden geçenleri hissetti, ona yazacağım tüm iyi dileklerimi yüreğimin defterinden okudu zaten. Kendimden biliyorum; o ne istese, ne dilese anlarım ben. Çok uzakta olsam da duyarım hep dileklerini, dua etse bir şey için ucuna kendimin de duasını bağlar isterim Tanrı'dan onun için. Çünkü bilirim budur kardeşlik.
Geri sayım, koşturmaca, alışveriş, misafir karşılama, hazırlıklar, zamanla yarışma, aksilikler, telaş, heyecan, endişe derken düğün günü geldi çattı. İnsan içindeyken saf gibi oluyor. Kendimin düğünümde hangi yöne çekilse savrulan bir ağaç gibiydim, yaprak az gelir. Öyle dallı budaklıydı ki her şey, kollara, dallara, yapraklara, çiçeklere ayrılmıştım. Üzerime tatlı sesli bir kuş konsa korkup savuruyordum üzerimden. O da öyleydi. Çok yoruldu, çok endişelendi, çok korktu ama her şey öyle güzeldi ki hepsine değerdi. Lale Devri zamanından kalma gibi bir mekanda Azra Akın Dünya Güzeli olduğu zaman üzerine giydiği kostümün birebir aynısıyla kınası yakıldı. Prensiyle Harmandalı oynadı, Mezdeke yaptı, göbekler attı, Yüksek Yüksek Tepelere diye bağırırken ben gözlerimin içine bakıp ağladı. Elimde kına tepsisiyle dönerken etrafında, oturduğu sandalyeden başını hafifçe kaldırıp bana baktı, yüzünde masumiyet, dudaklarının etrafını sarmalayan güzel bir tebessüm, gözlerinde hüzün... Hem ağlarım hem giderim bakışıydı bu.
Evimizde birlikte kaldığımız son gün yatağında sarıldım ona, başını göğsüme gömdüm, saçları kır çiçekleri gibi kokuyordu. Hep öyle kokar o, sarıldım sıkıca dua ettim çok mutlu olsun diye. Yarın yeni hayatına başlıyor lütfen Allah'ım; hani hep diyorduk ya "her şey çok güzel olacak" diye yarından sonra onun için öyle olsun. Çünkü öyle çok hak ediyor ki güzellikleri, mutluluğu... Biz ne fırtınaların, ne acıların içinden geçtik, umudumuzu hep yarına ektik. Artık mutlu olma vaktidir. Şimdi yüreği pır pır, mutluluğa açtığı yelkeni pırıl pırıl. Nikah defterini sallarken elinde gözlerinin içi öyle güzel ışıldıyordu ki...6 yıldır beklediği, istediği, sevdiği prensine kavuştu. Hep hayal ettiği gelinliğiyle kırmızı arabasına binip, hep hayalini kurduğu mutluluğa doğru süzüldü prensesim.
Allah mutluluklarını daim edip, yüzlerini hep güldürsün inşallah. Mutlu başlangıçlara,

19 Ekim 2011 Çarşamba

Bir gün, bir İstanbul

İstanbul hüzünlü bugün. Dokunsan ağlayacak. Boğaziçi Köprüsü'nden geçerken arabanın camını açıp, bağırıyor dayım, "hey be İstanbul!" "Bir gün biz de döner miyiz yeniden" diyor ilkgençliğinin geçtiği şehrin yorgun siluetine, gri gökyüzüne dalıp. Kim bilir? Beşiktaş ve Karaköy'ü geçip Galata Köprüsü'ne varıyoruz. Sıra sıra dizili umut kovalarının ve 'rastgelmesini' bekleyen yaşlı, genç balık sevdalılarının arasından salınarak uzanıyoruz Eminönü'ne. Bu şehrin sadece insanları, arabaları mı kalabalık, onlar mı sığamıyorlar sokaklarına, caddelerine bu kentin? Ya kuşlar? İstanbul'un kuşları...
Artık telgraf da yok, ağaçlar da azaldı ya, nereye konar bu kuşlar? Metronun telleri ne güne duruyor tabii... Gün akşama dönmeden ulaşıyoruz Florya'ya. Gökyüzünün grisi denizi de boyamış, kendi kusurunu örtmek ister gibi. Kayalıklarda oturup, tellendiriyoruz bir sigara. Ufuk çizgisi belli belirsiz... Dubrovnik'e giden şu kocaman gezi gemisi de olmasa gök ile ayrılmayacak deniz. Üç balıkçı dalgalar yüzünden alabora olup, orta yerinden ikiye ayrılan teknelerinin motorunu çıkartmaya çalışıyorlar bir halatla. Belli ki kıramamış dalga umutlarını!
Etraftan birkaç gencin de kuvvetiyle oturuyor karaya ekmek teknesinin motoru. Derin bir oh çekiyor herkes. 'Balıkhane' ye giriyoruz, belki de az önceki balıkçıların bir gün önce ağına takılan balıklardan yiyeceğiz.
Misafirlerimizi beklerken büyük dayım "bize atıştırmalık, yatıştırmalık bir şeyler getir" diyor Ramazan abiye.
Önce mis gibi kızarmış ekmekle beyaz peynir servis ediliyor tabaklarımıza. Ardından meşhur kereviz salatası geliyor. Sonra sırayla salata yağıyor masamıza; taptaze otlardan mevsim salata, brüksel lahanası, roka ile sirkeli yeşil salata, domates ve salatalık söğüş... Saklandığı yerden görünüp usulca kayboluyor güneş. Buluttan battaniyesini çekip üstüne... Gün aya emanet! Gün batımında Balıkhane'deyiz. Yazın son tatlı kavununu da burada yiyiyoruz. Onu da şu kara bulutun arkasında yavaş yavaş kaybolurken, bize göz kırpan güneşe benzetiyorum. Kumpir gibi patatesle birlikte gelen denizin gülü levrek için Asos'tan beri yediğim en güzel levrekti diyebilirim. Ama bir daha ki gelişimde arka masamızda görüp kıskandığım 'kaya tuzunun içine gömüp, üzerini alevlendirerek servis ettikleri o tuzlu balığı' mutlaka deneyeceğim. Balıktan sonra helva olmazsa olmazdır ama orta yerinde dondurma gizlenmiş, karamel soslu helvayı da başka yerde bulamayız, geldiği gibi bitiyor. Balıkhane sadece birbirinden güzel lezzetleriyle değil, Grek müzikleri, panoramik deniz manzarası, ilgili, güler yüzlü çalışanı ve servis kalitesiyle gönlümü çoktan fethetti. Koca bir Cumartesi'yi devirip dönüyoruz evimize. Damağımızda tatlar, üzerimizde tatlı bir yorgunluk. Hey be İstanbul, hüzünlüyken bile öyle güzelsin ki...

11 Ekim 2011 Salı

Naz'ın sonbahar-kış dolabı

Mevsim değişiyor ve ben de dolabın önüne oturup, "hiç bir şeyim yoooook!" tribine girip, avazım çıktığı kadar bağırma mevsimime geldim. Tamam, her konuda söylenecek sözüm olabilir ama moda ve stil konusuna da dalmayacağım. Çünkü bunu gerçekten çok iyi yapan bloggerlar var etrafımızda. Fakat kuşkusuz her kadın gibi ben de modaya yani aslında alışverişe düşkün olduğumu itiraf etmeliyim. Ve şimdi sonbahar-kış için gardırop yenileme zamanı! (Bunu da hiç anlamam, komple gardırobu boşaltıp, yenilerini alanlardan olmadım hiç, bir kış aldığımı en az 3 kış giyebiliyorum) Ama bu sezon içimde acayip bir alışveriş manyaklığı var, çünkü kaç sezondur abidik gubidik moda olan şeylerden çok sıkılmıştım, fakat kesinlikle bu kış tam bana hitap ediyor. Sizinle şimdi bu sezon için almak istediğim parçaları paylaşacağım, bir nevi 'wish-list' diyebiliriz:) İşte ilk alacağım parça, bu yılın gözdesi pileli eteklerden en beğendiğim bu model oldu;
Bu pileli etekleri bütçenize göre; Massimo Dutti, Fabrika, Beymen ve Machka'da da bulabilirsiniz. Lacivert bir çanta istiyorum, çünkü bu yıl her kış olduğu gibi karalara, siyahlara bürünmek istemiyorum. Bir çok renkle kombinleyebileceğim kahveli lacivertli bu LV bence harika. Tabi orijinalini alamayacağım için ya 1.kalite replikasını bulacağım ya da benzer ama farklı markalarda şansımı deneyeceğim.
Marie Claire'in yanında ek olarak verdiği Süper Dergi'de kapak kızı Tuba Ünsal'ın çekimlerde kullandığı bu elbisenin de hem modeline hem renklerine bayıldım.
Bu elbiseyi Miss Selfridge'in online mağazasında bulabilirsiniz. Sezonun bence en tatlı ve iddialı botları kürklü bootieler. Hem sıcak tutuyor, hem şık duruyor hem de minik topuklarıyla çok rahat. Çocukken bunlara benzer tabii topuksuz olanlarından giyiyordum. Mudo, Derimod, Elle, Massimo Dutti, Diesel, Escada, LCW gibi her bütçeye uygun markada bulabileceğiniz bu botların bence fiyat ve biçim olarak en şahanesi Deichmann'da fakat görselini bulamadığım için Zizigo 'dan benzerini bulduğum bu botu paylaşıyorum. Bu da hiç fena değilmiş yani:)
Bu yıl paltolar, montlar çok renkli. Canlı renklerle kışın verdiği kasvetin biraz dışına çıkacağız gibi görünüyor. Turuncu, zümrüt yeşili, saks mavisi, kiremit rengi, kırmızı hatta turuncu şimdilik vitrinlerde gözüme çarpanlardan. Özellikle kaşe, tüvit ve kürklü mantolar dikkat çekiyor. Yani bu sene içimiz de dışımız da ısınacak. Trençkot almayı düşünüyordum fakat hızlı gelecek kış için bunun çok da akıllıca olmadığına karar vererek, trençkot kesim, kruvaze bir palto almaya karar verdim. Hatta bugün Mango'da denedim ama tam içime sinmedi, diğer alternatifleri de gözden geçirip, öyle karar vereceğim. Benim favorimse "Kırmızı"
İşte bu da ayaklarımdan çıkarmak istemeyeceğim, tarzıyla ve renkleriyle beni yansıtan tatlı ayakkabılar,
Yine bu sene çocukluğumdan beri en sevip, en rahat ettiğim kadife pantolonlar çok moda. Çok skinny olmayan düz dar kesimleri hem topukluyla hem babet hem botlarla çok rahat kullanabilirsiniz. Benim seçimim Tommy'nin klasik rengi lacivertten yana olacağa benziyor.
Sezonun iddialı ve sevimli trendi "bebe yaka"ları da unutmamak lazım. Henüz çok araştırma yapmadım ama bugün Koton'da incili bebe yaka bir bluz gördüm, beğenip alacağım zaman onu paylaşacağım. Bu sezon için herkese istediklerini bulmalarını ve sevdiklerine kavuşmalarını diliyorum. Çünkü biliyorum kızlar alışveriş zor zanaat:) Sevgiler,

7 Ekim 2011 Cuma

Acı bir aşkın filmografisi

Fırtınalı aşklar, platonik aşklar, kavga dövüş aşklar... Acıtan aşklar, yaralayan aşklar, çaresiz aşklar, umutsuz aşklar…. Ama bu anlatacağım hikâye hepsinden farklı! Ancak bir filmin konusu olacak cinsten hatta bana kalırsa son dönemde çekilen "Aşk Tesadüfleri Sever" filminin senaryosuna da çok benziyor.
Dünkü yazımda rahmetli Yılmaz Zafer’in adını anmışken bugün bir programda ismini duyunca irkildim. Perihan Savaş’tı konuşan. Konuysa bir süredir gündemi meşgul eden İbrahim Tatlıses’in şok evliliği ve ardından gelişen ucuz kadın kavgalarıydı. Ama benim asıl ilgilendiğim Yılmaz Zafer ile olan evliliğiydi, ondan bir çocuğu olduğunu bilmiyordum. Ona bakmak için araştırdığımda karşıma çıkan şey bambaşka bir aşk hikayesi oldu. İşte şimdi masal gibi okuyacağınız bu hikaye aslında aşkın ne kadar zor ve aynı zamanda ne kadar acımasız olduğunun bir örneği değil de nedir?
Perihan Savaş ortaokuldayken tiyatrolarda oynuyormuş ve okulda çok popülermiş. Bir üst sınıfta okuyan Yılmaz Zafer ise bu esmer güzeli genç kıza gizliden gizliye hayranmış. Fakat Perihan farkında bile değilmiş genç adamın. Dönemin şartları ve annesinin despot yapısı yüzünden 13 yaşında evlenen Perihan, daha sonra bunu şöyle açıklamış;“evlenirsem naylon çorap, topuklu ayakkabı giyebilirim, makyaj yapıp, arkadaşlarımla sokağa çıkabilirim diye evlenmeyi kabul etmiştim” Fakat asker eşi tiyatroyu kabullenmeyince boşanan Perihan o sırada hayatının aşkının ne kadar yakınında olduğunu bilmiyormuş. Çünkü o dönemde sırf Perihan tiyatroda diye Yılmaz Zafer de Fatih Halkevi’nde tiyatroya başlamış ama kader onları yine bir araya getirememiş çünkü Yılmaz tiyatroya başlayınca Perihan oradan ayrılmış. 71 yılında kameralar karşısına geçen Perihan kısa sürede başrol oyunculuğuna yükselip Yeşilçam’da 100’ün üzerinde filmde oynamış hatta bir dönem şarkıcılık bile yapmış.
Yılmaz aynı dönemlerde Şehir Tiyatroları’na geçse de Perihan’la bir türlü karşılaşamamış. 1983 yılında aşkından vazgeçip Gülriz Sururi-Engin Cezzar Tiyatrosu’nda tanıştığı Tiraje Sayılgan’la çıktığı mavi yolculukta evlenmeye karar verdiyse de nikah denizde kıyıldığından geçersiz sayılmış. Sinemaya adım atan Yılmaz, 80’lere damgasını vuran birçok Türk filminde önemli roller üstlenmiş. Tam bu dönemde Perihan’ın İbrahim Tatlıses’ten Melek Zübeyde isimli bir kızı olmuş fakat ilişkileri çok uzun sürmemiş. İbrahim Tatlıses tarafından kaçırılıp yedi saat boyunca dövüldüğü ve hatta Tatlıses’in ruh hastası olduğunu iddia ederek ayrılmış. Ayrıldıkları yıl Perihan’la Yılmaz’ın yolları ortaokuldan beri ilk defa nihayet kesişmiş. Sanatçıların müdavimi olduğu Ziya Bar’da Perihan, etrafında pervane olan Yılmaz’ı pek de umursamamış. Fakat umudu kesmeyen Yılmaz’ın talihi bundan bir yıl sonra dönmüş. Şans bu ya, ismi de hikayelerine benzeyen“Bir Daha Umut” filminde başrol paylaşmışlar. Sete hergün çiçekler götüren Yılmaz, bir gün cesaretini toplayıp “Benimle evlenir misin?” demiş, araba kullanan Perihan şaşkınlıktan kaldırıma çıkmış.
87’de evlenen çift hem aşkta hem sinemada kariyerlerinin zirvesindeyken kendi şirketlerini (Yönetim Film ve Reklamcılık) kurmuşlar. Her şey son derece güzel giderken 94 yılında ani bir kalp krizi geçiren Yılmaz, sağlığına bir daha kavuşamamış.
Tam bu dönemde bir oğulları olduysa da babasını hiç tanıyamamış çocuk. Çünkü iki kez kalp krizi geçiren Yılmaz kalpten kurtulsa da beynine oksijen gitmediği için Yılmaz’ın beyni ağır hasar görmüş. Perihan kocasına bir çocuğa bakar gibi bakmış, onu yaşama döndürmek için çok mücadele etmiş fakat maalesef başarılı olamamış. Geç bulup erken kaybettiği aşkına ve ancak bir iki ay görebildiği oğluna veda edip, 95 yılında yaşama gözlerini yumdu Yılmaz Zafer. Ömrünün en güzel günlerinde, hayatının aşkına kavuşmuşken ve üstüne üstlük tam baba olmuş, babalık duygusunu doya doya yaşayacakken, kariyerinin zirvesindeyken, henüz 38 yaşındayken(!) göçüp giden Yılmaz Zafer’i rahmetle, sevgiyle, hüzünle ama en çok da büyük aşkına saygıyla anıyorum.

6 Ekim 2011 Perşembe

En güzel Trabzon pidesi İstanbul'da bulundu!

İstanbul'da yaşayan Trabzonluların çoğunun bildiğini düşünüyorum zira Trabzon nüfusunun yarısı zaten Ümraniye, Dudullu bölgesinde yaşıyor. Size bugün vereceğim güzel haber de Dudullu'dan. Trabzon pidesi için Trabzon'a gitmenize gerek yok. Çünkü en güzel Trabzon pidesi İstanbul'da bulundu! İşte lezzetin adresi: Dudullu Tepeüstü'nde ve Çırçır Ormanı'nda yeni adıyla Trabzon Park'ta şubeleri bulunan Lider Pide! Bunu sırf ben söylemiyorum, Trabzonlu arkadaşlarımız sayesinde keşfettiğimiz mekanı bir görseniz Pazar günü sabahın köründe tıklım tıkıştı. İnsanlar Avrupa Yakası'ndan, başka semtlerden buraya sadece pide ile kahvaltı etmeye geliyorlar. Trabzon peyniri ve tereyağı ile servis edilen (ekstra tereyağı isteyebilirsiniz, daha güzel oluyor) dilerseniz yumurta da ekletebileceğiniz Trabzon Pidesi gerçekten muhteşem. Hafif tereyağı ile uzayan mis gibi peynirin taş fırında pişen ekmek kokulu pideyle ahengi harika. Sabah kahvaltısı için ideal bir lezzet olan pidenin (ağır gelmez derseniz) kavurmalısı ve kıymalısı da var. Ama ilk defa yiyecekseniz mutlaka peynirlisinden başlayın derim.
Çocukluğu bu lezzetle geçmiş ve artık bu tadın uzmanı olan arkadaşımız Trabzon pidesini artık Trabzon'da bile böyle güzel yapmadıklarını söyleyince yanı başımızdaki bu lezzetle geç tanışmadığımıza üzüldük. Çekmeköy'de oturuyoruz ve burnumuzun dibindeki mekanı bilmiyormuşuz. Arkadaşlarımızın götürdüğü mekan Lider Pide'nin ilk ve en eski şubesiymiş, Tepeüstü'nden Dudullu istikametine giderken ilk sağdaki sokakta. Ama onların da bilmediği bir şey varmış, daha doğrusu keşfetmediği: Çırçır Ormanı'ndaki yeni mekanıyla Lider Pide çok daha keyifli görünüyor. Yine de bizi Trabzon pidesiyle tanıştırdıkları için Şengül ailesine teşekkür ediyoruz.
En kısa zamanda mis gibi oksijenli çam ormanında Lider Pide'nin leziz tatlarıyla damağımı yeniden buluşturacağım:) Darısı başınıza:) Web sitesi olmadığından sizinle kolonyalı mendilini paylaşıyorum:)
Sevgiler,

5 Ekim 2011 Çarşamba

Aşk Neye Yarar? // A quoi ca sert l'amour


Üye olup, sevdiğim için takip ettiğim ender facebook gruplarından 'O zamanlar' ın Édith Piaf'la ilgili bir şey paylaştığını görünce gözlerim parladı. Ona bayıldığımı herkes bilir.
Çok kez dinlediğim ama klibini izlemediğim À QUOI ÇA SERT L'AMOUR? şarkısının o muhteşem, naif, şirin klibini sizinle paylaşmaktan mutluluk duyuyorum fakat şu detayları da okumanızı isterim.


Édith Piaf'ın Théo Sarapo ile 1962 yılında yaptığı bu güzel düeti 20 yıl sonra 1982'nin İstanbul'unda Başar Sabuncu AŞK NEYE YARAR ismiyle türkçeleştirip,  Kaldırım Serçesi isimli müzikal oyunu yazmış. Aynı zamanda yönetmenliğini de üstlendiği  oyunda Édith Piaf'ı başrolde Gülriz Sururi canlandırmış. Şarkıda Gülriz Sururi'ye Théo Sarapo rolüyle Yılmaz Zafer eşlik etmiş.  Başar Sabuncu'nun aynı ismi taşıyan kitabı Mitos Boyut'tan yayınlanmış.


Sözleri ve müziği Michel Emer'a ait şarkının animasyon klibini ve buna benzer nice güzel işlerini bağlantıya tıklayarak görebileceğiniz Cube Creative hazırlamış.
Mış, miş, muş:) Peki aşk sizin için ne yapıyor, neye yarıyor hiç düşündünüz mü?
Evet videoyu izleyen herkesin bu soruyu kendisine sormasını ve comments'e tıklayıp cevabını bize yazmasını bekliyorum. Bedavaya klip yok:))
Şaka bir yana iyi seyirler! (Tamam artık sustum, izleyebilirsiniz)










YouTube üzerinden \"A quoi ca sert l\'amour\"

İşte Başar Sabuncu çevirisiyle sözleri;
Aşk Neye Yarar?
aşk ne neye yarar
anlatıp dururlar
olmadık masallar
sevmek neye yarar
kim bilir aşk nedir
öyle bir şey işte
bir büyü bir tılsım
bakarsın aşıksın
duydum ki ben oysa
kan, yaş, sümük, salya
aşıklar hep ağlar
sevmek neye yarar
aşkın hüznü başka
gözü yaşlı ama
içi sevinç dolu
hem üzgün hem mutlu
sevinci geçici
aşkın sonu kötü
mutsuz olmak er geç
sevenin çilesi
aşk geçici ama
kalır damağında
hep o doyulmaz tat
bitip tükenmez aşk
öyle olsun peki
ya aşkın bitti mi
ne kalır avuçta
mutsuzluktan başka
yaşarken bilinmez
pahası biçilmez
mutlu anıların
tadı çıkar yarın
sana göre yani
sevinci çilesi
aşkı tatmayınca
ömür boş mu geçti
elbet ya ne sandın
ben kaç kez inandım
gene de hazırım
yararı bu aşkın
sen artık son aşkım
yalnızca sen varsın
hem ilk hem de sonsun
seninle mutluyum
ömrümce bekledim
hep seni özledim
dün bugün ve yarın
yararı bu aşkın


3 Ekim 2011 Pazartesi

Lezzetin peşindeyim!




Beni tanıyanlar bilir; ben öyle çok yiyen, böyle habire canı bir şeyler çeken, ağzı sulanan insanlardan değilimdir.
Hatta çocukluğumdan beri yemek seçen biriyim. Yiyeceğim şeyin önüme geliş şekline, hatta fiziksel güzelliğine çok önem veririm.
Mesela domates yemem ama çeri domatese bayılırım. Kabak yemeği yemem ama mücvere deli olurum.
Yeni lezzetler keşfetmeyi, sevdiğim tatların enteresan sunumlarını çok severim.
Ve aslında hepimizin alışkın olduğu tatların en iyisini nerede bulacağımızı araştırmayı da severim.
Bu tatların illaki şık bir restoranda, pahalı bir mekanda veya muhteşem manzara eşliğinde olmadığını hepimiz biliyoruz.



Aslında ben mekanların değil lezzetin peşindeyim!
İşte bu noktada benimle aynı düşünenler için yepyeni bir kategori açıyorum.
İstanbul'dan, Bursa'dan ve gezi rotalarımdan alternatif  lezzetleri anlattığım yeni sayfama,
blogun en üstündeki kategorilerde yer alan "YiYORUM" u tıklayıp ulaşabilirsiniz.