19 Ekim 2011 Çarşamba

Bir gün, bir İstanbul

İstanbul hüzünlü bugün. Dokunsan ağlayacak. Boğaziçi Köprüsü'nden geçerken arabanın camını açıp, bağırıyor dayım, "hey be İstanbul!" "Bir gün biz de döner miyiz yeniden" diyor ilkgençliğinin geçtiği şehrin yorgun siluetine, gri gökyüzüne dalıp. Kim bilir? Beşiktaş ve Karaköy'ü geçip Galata Köprüsü'ne varıyoruz. Sıra sıra dizili umut kovalarının ve 'rastgelmesini' bekleyen yaşlı, genç balık sevdalılarının arasından salınarak uzanıyoruz Eminönü'ne. Bu şehrin sadece insanları, arabaları mı kalabalık, onlar mı sığamıyorlar sokaklarına, caddelerine bu kentin? Ya kuşlar? İstanbul'un kuşları...
Artık telgraf da yok, ağaçlar da azaldı ya, nereye konar bu kuşlar? Metronun telleri ne güne duruyor tabii... Gün akşama dönmeden ulaşıyoruz Florya'ya. Gökyüzünün grisi denizi de boyamış, kendi kusurunu örtmek ister gibi. Kayalıklarda oturup, tellendiriyoruz bir sigara. Ufuk çizgisi belli belirsiz... Dubrovnik'e giden şu kocaman gezi gemisi de olmasa gök ile ayrılmayacak deniz. Üç balıkçı dalgalar yüzünden alabora olup, orta yerinden ikiye ayrılan teknelerinin motorunu çıkartmaya çalışıyorlar bir halatla. Belli ki kıramamış dalga umutlarını!
Etraftan birkaç gencin de kuvvetiyle oturuyor karaya ekmek teknesinin motoru. Derin bir oh çekiyor herkes. 'Balıkhane' ye giriyoruz, belki de az önceki balıkçıların bir gün önce ağına takılan balıklardan yiyeceğiz.
Misafirlerimizi beklerken büyük dayım "bize atıştırmalık, yatıştırmalık bir şeyler getir" diyor Ramazan abiye.
Önce mis gibi kızarmış ekmekle beyaz peynir servis ediliyor tabaklarımıza. Ardından meşhur kereviz salatası geliyor. Sonra sırayla salata yağıyor masamıza; taptaze otlardan mevsim salata, brüksel lahanası, roka ile sirkeli yeşil salata, domates ve salatalık söğüş... Saklandığı yerden görünüp usulca kayboluyor güneş. Buluttan battaniyesini çekip üstüne... Gün aya emanet! Gün batımında Balıkhane'deyiz. Yazın son tatlı kavununu da burada yiyiyoruz. Onu da şu kara bulutun arkasında yavaş yavaş kaybolurken, bize göz kırpan güneşe benzetiyorum. Kumpir gibi patatesle birlikte gelen denizin gülü levrek için Asos'tan beri yediğim en güzel levrekti diyebilirim. Ama bir daha ki gelişimde arka masamızda görüp kıskandığım 'kaya tuzunun içine gömüp, üzerini alevlendirerek servis ettikleri o tuzlu balığı' mutlaka deneyeceğim. Balıktan sonra helva olmazsa olmazdır ama orta yerinde dondurma gizlenmiş, karamel soslu helvayı da başka yerde bulamayız, geldiği gibi bitiyor. Balıkhane sadece birbirinden güzel lezzetleriyle değil, Grek müzikleri, panoramik deniz manzarası, ilgili, güler yüzlü çalışanı ve servis kalitesiyle gönlümü çoktan fethetti. Koca bir Cumartesi'yi devirip dönüyoruz evimize. Damağımızda tatlar, üzerimizde tatlı bir yorgunluk. Hey be İstanbul, hüzünlüyken bile öyle güzelsin ki...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder